BAŞAKŞEHİR TARİHÇESİ
Hayat, İstanbul’dan Önce Başakşehir’de Başlamıştı
Dünyanın gözbebeği İstanbul’da, insanlığın ilk izlerine Başakşehir’de bulunan Yarımburgaz Mağarası’nda tesadüf ediyoruz. Yapılan arkeolojik araştırmalar bölgenin çok eski bir geçmişe sahip olduğunu ve burada tarih öncesinde insanların yaşadıklarını ortaya koymuştur.2 Mağara ve çevresinde tespit edilen arkeolojik kalıntılar Paleolitik döneme ait olup insanların balıkçılık ve avcılık ile uğraştıklarını bizlere gösteriyor. İstanbul’un ilk yerleşim yeri olan bu bölge, insan topluluklarının ilk yaşam yuvası, ilk avcı ve balıkçı barınağı ve ilk tarım toplumunun üretim alanı olur.3 Mağara, Avrupa’nın en eski insan yaşamına ait izleri barındırdığından dünya kültür tarihi açısından da büyük ehemmiyete sahiptir. 2,5 km güneyinde yer alan Küçükçekmece Lagün Gölü ve önünden akan Sazlıdere ile zengin su kaynaklarının yakınında olması, mağaraya doğal bir barınma özelliği kazandırır.4
Yarımburgaz Mağarası’nın yakınında bulunan Ispartakule’de yapılan kazılarda ise Roma dönemine ait kaya mezarları tespit edilir. Ancak elde edilen bulgular ışığında bölgenin daha önceki devirlerde de kullanıldığı düşünülmektedir.
Ispartakule’ye komşu olan Yarımburgaz, Halkalı, Firuzköy’de Roma dönemine ait birçok mezar stelleri bulunmuştur. Bunların üzerinde yer alan kabartma resimler yanında, ölenin ismi, babası, ne zaman öldüğünü gösteren bilgiler de bulunmaktadır. Bütün bunlar bölgenin Roma döneminde mühim bir yerleşim yeri olduğunu bizlere gösteriyor.
Roma’dan Osmanlı’ya Başakşehir
İstanbul, M.Ö. 7. asırda tarihi yarımadanın doğusunda Sarayburnu civarında Byzantion ismiyle kurulur. Bir şehir devleti olarak Byzantion, sahip olduğu stratejik konumu sayesinde ekonomik olarak gelişmiş ve çevresindeki siyasi gelişmelere müdahale edebilen bir güç olmuştu. Ancak M.Ö. 196’da İmparator Septimus Severus tarafından çevresiyle beraber Roma İmparatorluğu’na dahil edilir; M.S. 330’da ise I. Konstantin tarafından başşehir ilan edilerek ismi Konstantinopolis olarak değiştirilir. Roma’nın, Doğu ve Batı olarak ayrılması üzerine Doğu Roma’nın başşehri olarak yaklaşık bin yıl hem Rumeli’nin, hem Anadolu’nun ve hem de Ortadoğu’nun hâkim bir şehri olarak konumunu yükseltir. Zamanla ismi Doğu Roma’dan Bizans’a dönüşen yeni devletin de başşehri yine burası olur ve bu vesileyle mevkiini kuvvetlendirir. Latinlerin kısa süreli (1204-1261) hâkimiyet dönemi sonrasında, yine Bizans İmparatorluğu’nun başşehri olur, Osmanlı Devleti’nin hükümdarı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1453’te fethine kadar bu konumunu devam ettirir.
Tarih öncesi devirlerden itibaren stratejik bir ehemmiyete sahip olan ve insan topluluklarının geçiş güzergâhında bulunan İstanbul, bu özelliğini tarih boyunca sürdürür. Bunlar içinde Başakşehir bölgesinin ise ayrı bir yeri vardır. Bizans’ı, imparatorluğun batıdaki topraklarına ve Avrupa’ya bağlayan “Via Egnetia” adı verilen ana yol çevresinde bulunan Başakşehir’in güneyi, her zaman stratejik öneme sahip bulunur. Bu konumu sebebiyle İstanbul’a yapılan akınlarda geçiş yolu olarak kullanılır; Hunların (375), Avarların (626), Bulgarların (813), Peçeneklerin (1090) ve Haçlıların (1096-1261) saldırılarına maruz kalır.
İstanbul’un fethine kadar Başakşehir, İstanbul’un et ve tarım ürünleri ihtiyacını karşılayan bir bölgeydi. Yöre Müslüman Türklerle ilk defa, Yıldırım Bayezid’in 1394’te İstanbul’u muhasarası esnasında askerlerin buradan geçmesi esnasında tanışır. Daha sonra Fetret devrinde Şehzade Musa Çelebi (1411) ve müteakiben Sultan II. Murad’ın (1422) seferleri ile bu bağlantı artar, nihayet Fatih Sultan Mehmed’in Edirne’den çıkardığı fetih ordusu bu güzergâhı kullanarak İstanbul’a gider. Nitekim niʼme’l-ceyş Abdullah Efendi’nin kabrinin İkitelli köyünde bulunması, Fetih ordusunun bu güzergâhı kullandığının güzel bir delilidir.
Osmanlı Döneminde Başakşehir
Fatih Sultan Mehmed, 19 Şubat 1451 tarihinde Edirne’de tahta çıktığı zaman, hayalindeki düşüncesini gerçeğe dönüştürme vaktinin geldiğini çok iyi biliyordu. Bu hayal ise İstanbul’un fethiydi. Gerekli siyasi hamlelerden sonra fetih hazırlıklarına girişen Sultan Mehmed Han, 23 Mart 1453’te büyük bir ordu ile Edirne’den hareket eder. İstanbul’a doğru yola çıkan Fetih ordusunun güzergâhı Küçükçekmece ile Başakşehir sınırlarından geçiyordu. Buralarda herhangi bir mukavemetle karşılaşmayan ordu, 2 Nisan’da İstanbul surları önüne ulaşır ve 6 Nisan’da kuşatma başlar. Sultan Mehmed’in yoğun kuşatmasından sonra 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul fethedilerek Bizans İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir.
Niʻme’l-Ceyş Abdullah Efendi5
Fatih Sultan Mehmed Han’ın idare ettiği Fetih ordusunun, yola çıkmasından itibaren Başakşehir yöresinde kayda değer bir mukavemetle karşılaşmadan surların önüne ulaşması, bölgedeki Bizans hâkimiyetinin sözde kaldığının alametidir. Ancak İkitelli köyünde niʻme’l-ceyş Abdullah Efendi’nin kabrinin bulunması, burada ufak çaplı da olsa bir mukavemet olabileceğini bizlere anımsatıyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde “Kostantiniyye mutlaka fetholunacaktır, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” buyurmuşlardır. İstanbul’un fethine katılan askerlerin “Ni‘me’l- Ceyş” olarak adlandırılması bu hadis-i şerifteki tanımlamadan ileri gelir. Fethi anlatan kaynak eserlerde Edirne’den yola çıkan Fetih askerinin çoğunlukla sur dibinde şehit oldukları ve şehit edildikleri yerlere defnedildikleri kayıtlıdır. Ancak yolda değişik sebeplerle şehit olanlar da ni‘me’l-ceyş olarak kabul edildiğinden vefat ettikleri yere defnedilir. İşte bunlardan biri de Abdullah Efendi’dir.
Edirne’den İstanbul’a gelen fetih ordusunda bulunan Abdullah Efendi, İkitelli mevkiinde vefat eder ve oraya defnedilir. Mezar taşında fetih askeri olup Horasanlı olduğu ve 1453’te vefat ettiği yazılıdır. Ancak vefat sebebi belirtilmemiştir. Bu mezar taşı bize, bölgeden Fetih askerinin geçtiğinin ve mezarın bulunduğu yerin o dönemden itibaren Türkleştiğinin habercisidir.
İkitelli Köyü
Başakşehir’in kuruluşunun çekirdeğini oluşturan İkitelli köyü ile ilgili ilk tarihi kayıtlara 904/1498 tarihli Haslar kazası6 t apu t ahrir defterinde rastlıyoruz. Defterde Karye-i Kitelli olarak geçen köyün, Haslar kazasına bağlı olduğunu ve nüfusunun tamamının Müslüman olduğunu görüyoruz. Daha önceye ait bir kaydı tespit edilemeyen köy, tahminimize göre İstanbul’un fethinin sonrasında kurulmuştur. 65 haneli köyden toplanan gelir 976 akçe olup bunlar hane, ganem (koyun), bağ ve bahçe, asiyab (su değirmeni), asiyab-ı bâd (yel değirmeni), küvvâre (arı kovanı), arûs (evlenme vergisi), giyah (ot) öşrü, çayır bahası ve mezralardan elde edilen vergilerdir. Yetiştirilen zahire ise buğday, alef (hayvan yemi), arpa, kapluca ve burçak idi.7
Arşiv belgelerinden yaptığımız tespitimize göre İkitelli ahalisi çiftçilik ve hayvancılıkla geçimlerini sürdürürler. 1831 tarihli defterde köyün İslam nüfusu sayılırken, beş kişi çiftçi, yedi kişi rençber olarak kaydedilir. On sekiz yaşından küçük erkek çocuk sayısı on kişidir.8 1498’te tamamen İslam olan köy, 1845 tarihli sayımda görüldüğü üzere, çiftçilerin yanında, yanaşma tabir olunan günlük işçi çalıştırılmaya başlanmasıyla Gayrimüslimlerin de yaşadığı bir köy hüviyeti kazanır.9 Rumeli’nin değişik şehirlerinden gelen yanaşmalar, toplamda 16 kişi olup yaşları 22 ile 55 arasında değişir.10 Bu belgeden anladığımıza göre çiftçiler, çiftliğin büyüklüğü nedeniyle yanlarında yardımcılar çalıştırmaktadırlar.
İkitelli köylüsünün tarım geliri yanında hayvancılık da önemli bir geçim kaynağıydı. Arşivlerde köyün hayvanlarıyla ilgili çok sayıda belgenin olması, hayvancılığın ahali için mühim bir gelir kaynağı olduğunu gösterir. Nitekim İkitelli merasına izinsiz giren koyunların çıkartılması,11 köyün mandırasından İstanbul’a süt götüren kişilerin gasp edilmeleri12 ve köyde çıkan hayvan hastalığı salgınının 23 Ocak 1887’de sona erdiğine dair padişaha sunulan arz13 ile alakalı yazışmalar bölgenin ekonomik yapısı ile alakalı ipuçlarından bazılarıdır.
Osmanlı vakıf hayratında İkitelli köyü de unutulmaz ve Kazasker Hacı Hüseyinzâde Muhyiddin Efendi Vakfı, köye bir cami yaptırır. Daha sonra bu cami, Sultan II. Abdülhamid’in 25 Haziran 1894 tarihli irade-i seniyyesiyle yeni baştan inşa edilir.14
Daha önce de ifade edildiği gibi köyün en eski tarihine ait bilgi, kabristanlığında bulunan niʻme’l-ceyş Abdullah Efendi’nin mezar taşıdır. Bu mezar taşının yakınında, birkaç adet daha sadece sarığı bulunan mezar taşının yer aldığı görülmüştür. Diğer mezar taşları incelendiğinde birinin ulema sınıfından olduğu, diğerinin Dimetoka’dan olup amansız bir hastalıktan vefat ettiği anlaşılıyor. Başka bir mezar taşı ise kırık olduğundan onun hakkında bilgi edinmek mümkün değildir.15
Şamlar Köyü
904/1498 tarihli Haslar kazası tapu tahrir defterinde Şamlar köyünün ilk bilgilerine ulaşıyoruz. Defterde Karye-i Şâmîler olarak geçen köy, Haslar kazasına bağlı olup nüfusunun tamamı Müslümandır. Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul ve çevresini, Müslümanların iskânına açması ve buradaki tarım arazilerinin ekilip biçilerek şenlendirilmesi amacıyla Anadolu’nun muhtelif bölgelerinden yapılan göçler neticesinde burada yerleşimin başladığını görmekteyiz. Arşiv kayıtlarında Şamlar köyü ve çevresinin Sultan II. Bayezid Vakfı’na bağlı olduğu anlaşılıyor.16 Köy, toplam 65 haneden müteşekkil olup toplanan geliri ise 1141 akçedir. Bunlar hane, ganem, bağ ve bahçe, küvvâre, arûs ve mezralardan elde edilen vergileridir. Yetiştirilen zahire ise buğday, alef ve arpa idi.17
Köylüler, çiftçilik ve hayvancılıkla geçinmekte,18 bir kısmı da bu uğraşların yanında farklı zanaatlardan da kazanç sağlamaktaydı. Nitekim Şamlar köyü ahalisinden Ali Kethüda’nın 21 Mayıs 1735 tarihli tereke kaydında bulunan eşyalardan müteveffanın birçok işle uğraştığını görüyoruz. Orak, dirgen, kazma, araba, harar, döğen ve öküze sahip olması çiftçiliğini ortaya koyarken; balta, çekiç, gürz, keser, burgu, hırdavat gibi aletlerinin bulunması da dülgerlik yaptığını gösterir. Arıcılıkla da iştigal eden Ali Kethüda, buğday, alef, arpa ve burçak yetiştiriyordu.19
10 Haziran 1831 tarihli nüfus defterinde köyde, İslam nüfusu olarak 18 çiftçi, 15 rençber, birer tane nalbant, berber ve arabacı esnafı, 4 Azadlu Baruthanesi çalışanı, 26 küçük erkek çocuk ve bir de köy imamı bulunuyordu. Buna ilaveten Terkos kazası tahsildarı Edhem Ağa ile bir katibi ve 8 uşağı burada ikamet ediyordu.20 9 Ocak 1845 tarihinde yapılan başka bir sayımda, köyde 32 reayanın yanaşma olduğu görülmekte ve bunların hepsinin Rumeli’nin değişik bölgelerinden geldiği anlaşılmaktadır.21
Şamlar köylüleri, II. Bayezid dönemi tahrir defterindeki Şâmîler kaydından anlaşılacağı üzere Şam tarafından getirilerek iskân edilir. 19. asrın ikinci yarısında da Rumeli muhacirlerinden bir kısmı Şamlar köyüne yerleştirilir. Nitekim 24 Haziran 1862 tarihli belgede Şamlar karyesine Kırım muhacirlerinden 30 hanenin iskân edildiği görülür.22
Şamlar Camii avlusunda bulunan, Kırım muhacirlerinden Selamet Ağa’nın zevcesi Zeynep Hanım, Arnavut İbrahim Efendi’nin zevcesi Salime Hatun ile oğlu Mehmed Nuri Efendi’nin mezar taşları, köyün Rumeli’den son dönemde göç aldığını ispat ediyor.23 Yine köy camisinde bulunduğu bildirilen Kur’an-ı Kerim üzerindeki bir kayıtta, “Kırım muhacirlerinden Bahçesaraylı Abdullah oğlu Hacı Seyyid İbrahim” kaydının yer alması Şamlar’a muhacirlerin yerleştiğinin bir başka delilidir
17. asrın ortalarında Şamlar köyü mescidi, hayır sahibi Yusuf Ağa tarafından inşa edilir.25 Teberdâr Yusuf Ağa Vakfı tarafından, camiye görevli olarak imam, müezzin ve kayyım ile caminin işlerini takip edecek bir mütevelli atandığını vakfın senelik bilançolarında görüyoruz.26 Sultan II. Mahmud, yaptırdığı Şamlar bendi için köye gelir ve bakımsız halde gördüğü caminin yapımını Baruthaneler Nazırı Necib Efendi’den ister. Yeniden yaptırılan caminin, kitabesinden Sultan II. Mahmud’un emirleriyle Baruthane Nazırı Necib Mir Ali tarafından yaptırıldığını anlıyoruz.27
Sultan II. Abdülhamid döneminde caminin tamiri gündeme gelir28 ve 12 Nisan 1904 tarihli irade ile caminin tekrar yapılması sağlanır.29
Aya Yorgi (Kayabaşı) Köyü
Aya Yorgi bir zamanlar bir Rum köyü idi. Köyün ilk Osmanlı dönemi kayıtlarını 904/1498 tarihli Haslar kazası tapu tahrir kayıtlarında buluyoruz. Defterde Karye-i Aya Yorgi olarak geçen köy, 69 hane olup toplanan geliri ise 811 akçedir. Gelirler ise şu kalemlerden oluşuyordu: Resm-i mücerred, cizye, baha-i şıra, öşr-i küvvâre, öşr-i kettan (keten), resm-i arûs, resm-i fıçı ve resm-i hınzırdır. Yetiştirilen zahire ise buğday, alef ve arpa idi.30
9 Ocak 1845 tarihinde yapılan nüfus sayımında Rumeli’nin değişik bölgelerinden gelen 22 reaya bulunmaktaydı. Bunların 14’ü yanaşma, ikisi çoban, birer kişi de papaz, kürkçü, sığırtmaç, duhancı, dülger ve dülger çırağı idi.31
Aya Yorgi köyünde Rumların yanında, Baruthane’de çalışan Ermeniler de yaşamaktaydı.32
Aya Yorgi halkı, Hıristiyan olması sebebiyle -Müslümanlarca haram olan- hınzır yetiştirmekte, bağlarından topladıkları üzümlerden şarap elde edip ticaretini yapmaktaydılar
Köyü
Haslar kazasına tabi olan Azadlu köyü 904/1498 tarihli tapu tahrir defterinde kayıtlı olup nüfusunun tamamı Müslümandır. Daha önceye ait bir kaydı tespit edilemeyen Azadlu, İstanbul’un fethi sonrasında kurulmuştur. Defterde geçen “Akçakoyunlu” ifadesi 1473 yılında Osmanlı-Akkoyunlu mücadelesinde esir düşerek sürgün edilen Akçakoyunlu Aşireti’nden gelmektedir. Bu da köy halkının bir kısmının Akçakoyunlu Aşireti’nden geldiğini göstermektedir. Aynı tapu tahrir kaydına göre, 88 hane olan köyde, toplanan gelir 1186 akçedir. Gelirlerin kalemleri ise resm-i hane, mukataa-i bağ, bedel-i galle, öşr-i küvvâre, öşr-i kettan, öşr-i bostan, resm-i arûs, resm-i bennak ve resm-i mezraadır. Defterde, yetiştirilen herhangi bir zahire kaydı bulunmamaktadır.
Azadlu köyü arazisi daha çok çiftliklerle çevrilidir. Bunlar, Sultan II. Bayezid ve Valide Sultan vakıflarına aitti.35 Köyün camisi ise El-hac Hasanzade Muhyiddin Mehmed Efendi Vakfı tarafından inşa edilmişti ve ihtiyaçları da vakıf tarafından karşılanırdı.
Azadlu Baruthanesi’nin köy yakınına inşasıyla önemi artan Azadlu köyü, baruthanede çıkan yangınlar sebebiyle çok büyük tehlikeler atlatmış ve nihayet 14 Ağustos 1825’te II. Mahmud’un hatt-ı hümayunu ile yakın bir mahalle taşınmıştır.
Tarih Boyunca Başakşehir Çiftlikleri
İstanbul surlarından Büyükçekmece gölüne kadar devam eden bağlık ve bahçelik alanlar ile Karadeniz’e doğru ormanlar, hem İstanbul halkının gıda ihtiyacını karşılayan, hem de yöneticilerin av başta olmak üzere, dinlenmek ve eğlenmek üzere geldikleri yerlerdi.
Başakşehir bölgesinin çiftlik ve mera alanları da fevkalade genişti. Buğday, alef, arpa başlıca yetiştirilen tarım ürünleriydi. Son asırda buna tütün ziraatı da eklenmişti.38 Bunun yanında arıcılık yapılmakta, hayvancılık ise çiftliklerin en önemli gelir kaynakları arasında bulunmaktaydı. Sütçülük burada mühim bir geçim kaynağı olduğundan bölgenin muhtelif yerlerinde mandıralar bulunuyordu.39 Bölgede üretilen peynirler, İstanbul halkının damak lezzetine sunuluyordu. Nitekim Filyos Çiftliği’nde üretilen peynirin, pek güzel olduğu, hatta padişahın bile çok beğendiği bildirilmiştir.40
Ispartakule, Tatarcık (Kotraniye), Hoşdere, Dereköyü, Sazlıdere, Filyos çiftlikleri bugünkü Başakşehir sınırları içinde yer alıyordu. Bunlardan, Sazlıdere ve Filyos çiftlikleri şu anda Sazlıdere Barajı’nın sularına gömülüdür. Ayrıca, Deliklikaya, Kadıyakuplu, Karaahmetli ve Kiremitli çiftliklerinin bir bölümü de Başakşehir sınırları içine uzanıyordu.
İstanbul’un fethi sırasında, sur dışında pek meskun mahal yoktur. Surların dışında Çatalca’ya kadar uzanan topraklar tam olarak işlenemiyordu. Şehrin gıda ihtiyacının artması sonucu buraların şenlendirilmesi, arazinin işlenmesi için, İstanbul’un çevresinde köyler ve çiftlikler kurulur. Buraya yerleştirilecek halk, Anadolu’dan getirilerek yörenin de Türkleşmesi sağlanır. Mesela Şamlar köyü bunlardan biridir. Kurulan çiftlikler, kiraya verilerek, işletilir ve birçok kişiye de istihdam sahası sağlanır. Çiftliklerle ilgili tarihi kayıtlara bakıldığında istihdam edilenlerin Rumeli’nin değişik bölgelerinden geldiği anlaşılır. Nitekim 1845 tarihli sayımda Kotraniye Çiftliği’nde bulunan 53 kişiden 49’u yanaşma, 3’ü çoban ve 1’i de mandıracıydı. Geldikleri bölgelere bakılırsa; Lofça’dan 24, Filibe’den 5, Dobnice ve İvraca’dan 3, Sofya ve Şehirköy’den 2, Kızanlık, İzladi, Manastır, Priznik, İznebol, Vidin, Berkofça, Movlova, Çırpan ve Gölikesri’den 1’er yanaşma bulunuyordu. Çiftlikteki 3 çoban Vize, Vidin ve Lofça’dan olup çiftliğin tek mandıracısı olan Yuvan ise Dobnicelidir.41 Aynı tarihteki sayımda Çorbacı Toma tarafından birlikte işletilen Ispartakule (Ispartuvan) ve Tahtakale çiftliklerinde ise çalışan işçilerin meslek çeşitliliği artar. Çiftliğin kahyası Terkoslu Yorgi’dir. Çiftlikte birer kişi olarak odacı, anahtarcı, korucu, çiftçi bulunuyordu. Yanaşmaların sayısı ise 15’tir. Ayrıca çiftliğin Metro, Yorgi ve İstanko isimli 3 çobanı, Yuvan ve Dimitri adında iki hergelecisi vardır.42 Bu belgelerden anlaşıldığına göre çiftliklerin ihtiyacı olan işçiler, Rumeli’nin değişik yörelerinden gelen Hıristiyan tebaadır.
Çiftliklerin çoğu Hazine-i Hassa’ya ait olmakla beraber, zaman zaman çiftliği tasarruf edenlerle devlet arasında anlaşmazlıklar çıkar, bunlar mahkemeye yoluyla çözülmeye çalışılır. Kotraniye Çiftliği’ni tasarruf eden Resneli Osman Bey, Hazine-i Hassa ile arasında çıkan anlaşmazlığı mahkemeye götürerek hakkını aramaya çalışır, ihtilafın çözümü için Dahiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı) dahi müracaat eder.
Zamanımızda Resneli Çiftliği diye isimlendirilen yer Azadlu Baruthanesi civarında olan Kotraniye (Tatarcık) Çiftliği olup 20. asrın başında Resneli ailesine satılmıştır.
Azadlu Baruthanesi ve Şamlar Bendi
Baruthaneler, Osmanlı Devleti’nin askeri kurumları arasında hayati bir öneme sahip bulunuyorlardı. Çünkü ateşli silahların yaygınlaşmasıyla beraber barut üretiminin önemi artar, ülkenin muhtelif yerlerinde ihtiyaca göre baruthaneler yapılır. Nitekim çeşitli tarihlerde İstanbul içinde Atmeydanı, Kâğıthane, Okmeydanı, Şehremini, Bakırköy ve Azadlu baruthaneleri kurulur, İstanbul dışında da Gelibolu, Selanik, Bağdat, Budin, İzmir, Mısır, Tımışvar ve Bor gibi çeşitli bölgelerde de baruthane ihdas edilir.
1698 tarihinde Şehremini Baruthanesi’nin infilakıyla semtin büyük bir kısmı da havaya uçar.44 B aruthanenin ş ehrin i çinde b üyük t ehlike a rz ettiği bu patlamayla bir kez daha ortaya çıkınca, baruthanenin şehir dışına taşınmasına karar verilir ve Bakırköy’deki İskender Çelebi Bahçeleri’nin bulunduğu yere taşınır. 1699’da yapılan Bakırköy Baruthanesi’nin 1707’de büyük bir patlama sonucu infilak etmesiyle bütün binaları yıkılır.45 Yapılan onarımlarla, baruthane tekrar üretime devam ettiyse de, barutun kalite ve miktarının yetersizliğinden Sultan III. Selim’in emriyle burası genişletilerek modern bir tesis haline getirilir.
Bir zamanlar barut üretimi dibek ve hayvan gücü ile yapılıyordu. Bu ise her tezgâhta farklı incelikte barut üretilmesine sebep oluyordu. Bu meseleyi çözmek için dolapları su gücüyle döndürme fikri düşünülür. Böylece hayvan ve işçi sayısındaki eksiltmelerle, hem masraflar azalacak, hem de barut kalitesinde ve miktarında mutlak bir artış sağlanacaktır. Bunun için İstanbul çevresinde uygun hidrolik enerji ile çalışacak yeni baruthanenin yapılması için arayışlarına girilir.46
Yapılan araştırmada, Küçükçekmece Gölü’nün 4 km kuzeyindeki Azadlu köyünde, baruthane çarklarını çevirebilecek debiye sahip bir dere olduğu tespit edilir. Bu baruthaneyi çalıştıracak suyun, kaynağından bir kanal ile alınabileceğine karar verilir. Bunun için Azadlu köyü kenarındaki boş bir araziye III. Selim emriyle baruthane kurulur.47 Baruthanenin inşaat masraflarını Sultan III. Selim bizzat kendi iç hazinesinden (Ceyb-i Hümayun) karşılar.48
Yapılan hazırlıklardan sonra inşasına başlanan Azudlu Baruthanesi ve müştemilatı 1796 yılı başında bitirilir49 ve barut üretilmeye başlanır.50 Padişahın isteği doğrultusunda dönemin şairleri inşaatın tamamlanmasına tarih düşürürler.51 Bu şairlerden Enderunlu Fazıl Hüseyin Bey’in binanın kapısı üzerindeki mermere işlenen tarihi şöyledir
Şehinşâh-ı cihân Sultân Selîm Hân-ı felek-eyvân / Kemâl-i himmeti rûy-ı zemîni kıldı âbâdân
Nizâm-ı adli verse imtizâc ezdâd-ı eşyâya / Olur barut u âteş bister-i ülfetde ber-akrân
Mühimmâta bu himmet hak bu kim eltâf-ı Sübhânî / Bütün âsâr ile eslâfı geçdi şâh-ı âlîşân
Temelli her mahalli tarh edince bâdî-i cûdu / Bu baruthânenin kıldı binâsın muhkemü’l-erkân
O baruthâne kim şöhret ile “Azadlı”dır adı / Bu yer âzâdsız hizmet-güzâr-ı dergeh-i hâkân
Olur çeşm-i arûs-ı hoş-fidân-ı top içün gûyâ / Müzeyyen sürmedânlık bu muʻallâ tarh-ı hoş-bünyân
Göründü düşmene her hâleti ehl-i nifâk-âsâ / Derûnu hep siyeh-dil zâhiri bir sâde-rû handân
Ne âteş saklamışdır sîne içre rûy-ı aʻdâya / Ânın hoş-mahzen-i dîvârına aldanmasun nâdân
Bu târîh-i şerer-bârın ile her şâʻire kibr et / Salâbetde bu bir güherçile ey tabʻ-ı âteşdân
Adûya fâl olur Fâzıl hurûf-ı sâde târîhim / Okur küffâra Baruthâne raʻd-ı sûre-i Duhân
1210
III. Selim, Nizam-ı Cedid hareketinin önemli halkalarından biri olarak gördüğü baruthaneyi inşaat dönemi ve sonrasında sık sık ziyaret ederek, çalışmaları bizzat yerinde takip eder.53 Nitekim bir ziyaretinde karşılaştığı durumu Kaymakam Paşa’ya şöyle bildirir:
“Kaymakam Paşa, dünkü gün tebdîlen Baruthâne’ye vardım, beni bilemediler. ‘Niçün bunda barut az tabh olunur.’ deyü suâl eyledim. ‘Ağam bizim gündelik altışar paradır. Altı para ile adam günde olabilür mü?’ doğrudan doğru ‘nice eyü barut tabh olunabilür?’ deyü cevâb verdiler. Ziyâde tabh olunmasına ve hem eyü olunmasına bir eyü nizâm verüp tarafıma bildiresin ve hem yeşil kalpak ve beyâz şerüt ile baʻzı kefereye rast geldim. Tenbih eyleyesin, kızıl yemeni giymesinler, Mavi futa ve beyâz kızıl kenârlı futa sarsınlar. Kalyoncu gibi düz beyâz şerüta sarınmasınlar. Bir eyü tenbih eyleyesin”.54
Baruthane Nazırı ve barutçubaşılara ait iki ayrı bina, işçiler koğuşu, cami, mutfak, hamam, kalhane, kükürt kaynatılacak ocak, sergi ve kalıp mahalleri, barut mahzeni, kükürt anbarı, güherçilehane, çarkın bulunduğu mahal ve nöbetçi kulübeleri gibi birçok binadan oluşan Baruthane, zaman zaman yangınlarla sarsılır ve bu yangınların soruşturması yapılır.55
Baruthane, 1233/1818’e kadar çalışmaya devam eder ve bu tarihte padişah II. Mahmud, baruthaneyi genişletme ihtiyacı duyar ve suyun kuvvetini arttırıcı bir çark daha yaptırır. Bu faaliyete de aşağıdaki şiirle tarih düşülmüştür:56
Târîh-i Tecdîd Şüden-i Baruthâne-i Azadlu
Mahmûd Hân-ı Cem-zafer / Kasd-ı cihân etse eğer /Barutuna şems ü kamer / İki kedûdur sîm ü zer
Şâh-ı gazâ-endîşedir / Hâkân-ı nusret-pîşedir / Sergisine bir şîşedir / Binâ-yı çarh-ı şuʻle-ver
Yapdırdı her vîrâneyi / Ez-cümle Baruthâne’yi / Bu himmet-i şâhâneyi / Görmüş değil çeşm-i beşer
Bir çarh-ı nev îcâd idüb / Mihverlerin pûlâd idüb / Gerdûn gibi bünyâd idüb / Oldu sipihr-i muhtasar
Yâ Rab ilâ-yevmi’l-kıyâm / Eyle o şâhı ber-devâm / Alsun adüvden intikâm / Tâ kim ola sulh ü zafer
Yazdı der-i zîbendeye / İzzet kulu târîhini / Sultân-ı Dârâ-bendeye / Azadlu oldu eser
1233
Baruthane müştemilatı genişletilmeye devam ederek, ertesi yıl binanın muhafazası için palanka (küçük kale) yapılır.57 Bu palankaya İzzet Molla şöyle bir tarih yazar: 58
Hazret-i Sultân Mahmûd-ı megâzî-pîşenin / Eylesin ömr-i hümâyûnun Hudâ medd-i medîd
Kalʻalar bünyâd idüb aʻdâdan ahz-ı sâr içün / Rahşının kıldı hırâm-ı azmini şedd-i şedîd
Nokta-i târîh-i İzzet dâne olsun düşmene / Bu palanga oldu Baruthâne’ye sedd-i sedîd.
1244/1828-1829 tarihinde barut dibeklerinden biri infilak ederek, yaklaşık 40 ton barut zayi olur, 400 kişi ölür veya yaralanır.59 Bir sene içinde II. Mahmud, baruthaneyi tekrar yaptırır.60
II. Mahmud, baruthaneye gelen Azadlu deresi suyunun yeterli olmadığını görerek, III. Selim döneminde yapılan suyollarını tekrar takviye ettirdiği gibi başka su kaynağı arayışına girer. Yapılan incelemede, Şamlar köyünün yanından geçen Domuz deresinin su debisinin bu işe uygun olduğu tespit edilir. Buradaki vadiye bir su bendi yaptırarak kilometrelerce ileriden baruthaneye başarılı bir şekilde su getirilir. Şamlar köyünün kuzeyinde iki dağ arasına yapılan bend yaklaşık 150 metre uzunluğunda, 10 metre derinliğinde ve 12 metre genişliğinde olup taştan inşa edilir.61 Bendin yapılmasına Baruthaneler Nazırı Necib Efendi vazifelendirilir.62 Domuz deresinin suyunu buradan baruthaneye götürmek için yapılan arkın ağzına yakın iki havanlı bir dink yapılarak burada da barut üretilmesi düşünülür.63 Keçecizade İzzet Molla’nın bendin tamamlanması üzerine tarih düşürdüğü şiiri şöyledir: 64
Târîh-i Bend-i Cedîd
Muvaffak olmadır âsâr-ı hayra yohsa bîhûde / Değildir pâdişehlik yalınız dîhîm u efserle
Şehinşâh-ı zamândır pâdişeh kim ta cülûsundan / Memâlik tahtgâha döndü yekser zîb ü zîverle
Husûsâ pâyitaht-ı âsumân-mahsûd-ı hâkânî / Felekden oldu bâlâ lütf-i şâh-ı heft kişverle
İdüb tanzîm-i esbâb-ı cihâd ol Hüsrev-i Gâzî / Müeyyed eyledi Allah imdâd-ı peyemberle
Muʻallemler idüb tahrîr o sultân-ı felek-kevkeb / Cihân taʻlîm meydânı gibi pür oldu leşkerle
Yetişmez olsa ger ağız otu âlemdeki barut / Giderse düşmen üzre yer götürmez böyle askerle
Olub muhtâc baruthânesin tanzîme ol hâkân / Su verdi çerhine kıldı müsâvî çerh-i çenberle
İdüb kûhsâra fermân bende çekdi tevsen-i âbı / Çevirtdi çerh-i baruthâneyi bir tarz-ı diğerle
Bu bahr-i bî-kerâna kânlar sarf itdi Hân Mahmûd / Füzûnterdir bahâda her taşı tartılsa cevherle
Bunun incüsidir her katre âbı bendidir cevher /Girânterdir bu deryâ vezn olunsa Bahr-i Ahmer’le
Değil bu Tâk-ı Kisrâ65, Kasr-ı Nu’mân66, Sedd-i İskender67 / Yapılmaz hâsılı birkaç guruş bir iki dülgerle
Şehinşâh-ı zamân hem buldu hem bezl etdi dünyâya / Sen İskender yürü âb-ı hayâtı bulmağa terle
Geçüb Sencer’le eyyâmı müşerref olmadı eyvâh / Şebistân-ı hayâl-i Enverî ol mâh-peykerle
Beni min-gayr-i istihkâk etdi Hak ana vassâf / Nola fahriyye etse şâʻirân bu abd-i ahkarla
Gele mâdâm kim hurşîd-i rahşân tâ-be-subh-ı haşr / Bu bendine revâk-ı âsumâne kâse-i zerle
Felekde nâvdân-ı hâme-i Bercîs hemvâre / Tereşşuh eyleye evsâf-ı hâkân-ı muzafferle
Girerse araya İzzet girer târîh-i şîrînim / Su sızmaz gibi mâbeyni bu bendin âb-ı kevserle
[H. 1243]
İzzet Molla, Şamlar Bendi’nin Baruthane için yapıldığından bahsettiği bir şiirinde, II. Mahmud’un dağlardan su getirtip, halkın sevgisini kazandığını, fitneyi önlediğini anlatarak, padişaha suyun damlası adedince bereket ve uzun ömür dilemektedir.68
Bendin yapılış tarihini gösteren ve Keçecizade İzzet Molla’nın eseri olan kitabe ise kırılmış olup parçaları suyun derinliklerine gömülmüş olabilir. Baruthane, Şamlar Bendi ve su arkı Osmanlı Devleti’nin yenileşme hareketlerinin muazzam eserlerinden biri olmasıyla çok büyük bir tarihi kıymete ve ehemmiyete sahiptir.69
Ispartakule Tren İstasyonu ve Hilal-i Ahmer Hastanesi
7 Ekim 1869’da Rumeli Demiryolları imtiyazı fermanını alan Baron Hirsch, gerekli sermayeyi sağladıktan sonra çalışmalara başlar. 4 Haziran 1869’da yapımına başlanan Yedikule - Küçükçekmece hattı, 4 Ocak 1871’de törenle hizmete açılır. Hattın başlangıç noktasının Sirkeci olmasına karar verilir. Bu arada Rumeli’de de değişik hatların yapımına hızla devam ediliyor, biten kısımlar hizmete açılıyordu. Sirkeci’den başlayan İstanbul - Edirne - Sarımbey - Belova hattının açılışı ise 17 Haziran 1873’te yapılır. Böyle takip eden yıllarda Sirkeci’den başlayan Rumeli Demiryolu hattı; Sirkeci, Yedikule, Bakırköy, Küçükçekmece, Ispartakule, Çatalca’dan geçerek Avrupa’ya uzanıyordu.70 Demiryolu ulaşımıyla beraber İstanbul’a daha rahat gidip gelinecek, ticaret artacak, ihtiyaçların giderilmesi kolaylaşacaktı.
Ispartakule’de yapılan istasyonla beraber bölgede artan hareketlilik bazı sıkıntıları da beraberinde getirir. Öncelikli konu demiryolu güvenliği olduğu için, mıntıkalar arası görev bölümü yapılır. Bunun için Ispartakule’den Küçükçekmece’ye kadar güvenlik Şehremaneti’ne ait olduğundan71 Ispartakule, Taşburnu ve Küçükçekmece’de k arakol yapılması,72 demiryolu güzergahında jandarma bulundurulması gerekiyordu.73
Ispartakule’de bir istasyon bulunması, asker sevkiyatında buranın stratejik ehemmiyetini ortaya koymuştur. Nitekim Balkan Savaşları’nda asker ve muhacirlerin sevki ve aynı zamanda tedavileri demiryolu güzergâhında kurulan Ayastefanos, Hadımköy ve Ispartakule Hilâl-i Ahmer seyyar hastanelerinde yapılmıştır.
Ispartakule Hilâl-i Ahmer Hastanesi, 9 Ocak 1913’te Ispartakule istasyonunun karşısında 27 çadırdan mürekkep olarak kurulmuştur. İki katlı hastane çadırlarının başhekimi Operatör Aziz Bey olup ayrıca üç doktor, iki eczacı, bir idare memuru ve bir kâtip de kadrosunda bulunuyordu.74 Altı ay hizmette kalan hastane, Haziran 1913’te eşyalarıyla Hadımköy Hilâl-i Ahmer Hastanesi’ne devredilir
Başakşehir Bölgesinin İdari Durumu
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra bölgeyi idari yapılara ayırır. İdari bölgelerin her biri bir kadının yönetimindeydi. İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in, aynı zamanda beledî sorumluluğu da vardı. İstanbul’un çevresi ise üç idari bölgeye ayrılmış olup Eyüp semti ile batı ve kuzeybatısında Karadeniz’e kadar uzanan geniş tarım arazisi ve ormanlık alanlar Haslar Kadılığı’na, Galata ve surların dışındaki mahalleler Galata Kadılığı’na, Anadolu kıyıları ise Üsküdar Kadılığı’na bağlıydı.
Haslar Kadılığı; Çatalca, Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Silivri’yi içine alıyordu. Haslar Kadılığı, 1583’ten sonra ise “Havâss-ı Refia” olarak bilinen Eyüp Kadılığı büyük bir kadılıktı.76 Başakşehir’i oluşturan İkitelli, Şamlar, Aya Yorgi ve Azadlu köyleriyle çiftlik ve meralar, ilk dönemlerde Haslar Kadılığı’na bağlıydı. Belgelerde, köylerin tabi olduğu kaza ismi olarak Haslar,77 Erbaʻa,78 Havâss-ı Refîʻa79, nahiye olarak da Terkos görünüyor.80
Tanzimat sonrası yapılan idari yapılanmada ise “İstanbul Vilayetinin İdare-i Umumiyesine Dair Nizamname”nin 21 Rebiülâhir 1285/10 Ağustos 1868’de yürürlüğe girmesiyle Dersaadet’te İstanbul vilayeti namıyla bir idare teşkil edilerek İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar olarak üç livaya ayrılır. Çatalca, Çekmece-i Kebir (Büyükçekmece) ve Çekmece-i Sagir (Küçükçekmece) İstanbul livasına bağlıydı. Ancak idari teşkilat zamanla değişim göstererek Çekmece-i Sagir Makriköy’e, Çekmece-i Kebir de Çatalca Sancağı’na bağlanır.81
1862’de Başakşehir yöresi, Küçükçekmece Gölü’nden Şamlar Bendi’ne oradan Karadeniz’e doğru İstanbul tarafında olan köy ve çiftliklerin bir kısmı Su Yolu’na ve Terkos kazasına82, diğer kısmı Küçükçekmece’ye,83 batısındaki çiftlik ve yerleşimler ise Çatalca’ya84 bağlanır. Belgelerde yerleşim yerinin idari olarak nereye bağlı olduğu bellidir. Mesela, 15 Şubat 1895 tarihli bir dilekçede, ikiz çocuklarına bakmakta zorlandığını söyleyen Todori, Çekmece-i sagir kazasına tabi Aya Yorgi köyünde oturduğunu belirtirken,85 20 Nisan 1910’da Hazine-i Hassa’dan Maliye Nezareti’ne gönderilen bir tezkirede idari değişiklik dikkate alınarak Çekmece-i sagir yerine Makriköy kullanılır.86 Çatalca Mutasarrıflığı’na yazılan bir tahriratta ise Boşdere Çiftliği’nden bahsedilirken “Büyükçekmece kazâsı dâhilinde kâin Boşdere Çiftliği İslâm karyesine mülâsık …” denilir.
Başakşehir Bölgesinin İktisadi Durumu
İstanbul’un tahıl, meyve ve et ambarı durumunda olan Başakşehir’de birçok çiftlik ve mandıra bulunuyordu. Bu çiftlikler, yetiştirilen ve mandıralarda imal edilen ürünlerle başşehrin iaşesini sağladıkları gibi aynı zamanda istihdam da oluşturuyordu
Daha önce belirtildiği gibi, yörede zahire olarak buğday, arpa, alef, kapluca ve burçak yetiştirilirken kısmî olarak keten yetiştiriliyordu. Ayrıca üzüm bağları bulunmakta ve arıcılık yapılmaktaydı. Buralarda yetiştirilen otlar da İstanbul’a gönderiliyordu.88
Ayrıca Baruthane’de söğüt çubuğundan yakılan kömürden elde edilen barut, daha kuvvetli olduğundan Azadlu çayırlarına söğüt fidanları dikilerek büyütülmüştür.89
Hayvancılık olarak koyun, keçi, sığır, manda ve deve yetiştiriliyordu. Gayrimüslim olan Aya Yorgi’de ise domuz üretimi vardı. Köylerin meraları hayvan sürülerine ev sahipliği yapıyor, insan gücü açığı dışarıdan gelen yanaşmalar vasıtasıyla çözülüyordu. Baruthane, bölgeye ayrı bir istihdam sağladığından birçok köylü burada çalışıyordu. Ahalinin bir kısmı, öküz ve develeriyle taşımacılık yapıyor, korucu olarak çiftliklerde bulunuyordu. Sayım defterlerinde görüldüğü kadarıyla, çiftliklerde çalışanların tamamına yakını dışarıdan gelenlerdi. Bu da bize, ahalinin iş sahibi olduğunu, işsiz kalmadığını gösteriyor.
Başakşehir Bölgesinin Asayişi
Bölgede asayiş jandarmaya aitti. Değişik yerlerde konumlanan ve devriye atan Jandarma, İkitelli ve Şamlar derbendlerinin ve Çatalca yolunun güvenliğini sağlıyor, ihtiyaç halinde merkez kazadan yardım talep edebiliyordu. Ayrıca sekban adı verilen, kır korucuları devriye atarak, suçları önlemeye çalışıyorlardı. Azadlu Baruthanesi ise özel bir birlik tarafından korunuyordu. Bölgeden geçen demiryolu güvenliği için Ispartakule, Taşburnu ve Küçükçekmece’de yapılan karakollarda jandarma vazife yapıyordu. Yakalanan suçlular ise muhakeme için merkeze gönderiliyordu.
Bölgede en çok yol kesme ve gasp oluyordu. Mesela, Şamlar merasında, bazı yolcuların para ve eşyası,90 Kasım 1919’da İkitelli’den Mustafa Ağa’nın koyun ve keçileri gasp edilir, iki çobanı kaçırılır.91 Ekim 1766’da İstanbul’a süt götüren sütçüler gasp edilir.92 Aya Yorgili Spon isimli birisi de 7 adet telgraf ve telefon direğini keserek İstanbul’a götürürken yakalanır.93 Baruthane-i Amire Karakolu’nda görevli Nizamiye askerinden Mehmed Çavuş ile Şamlar Derbendi Bölükbaşısı Pehlivan arasındaki yaralama hadisesinde, Bölükbaşı’nın suçlu olduğu anlaşılır.94
Eşkıya takibi sıkı bir şekilde yapılarak asayiş kontrol altında tutuluyor, halkın ihbarına ayrı bir ehemmiyet veriliyordu. Bazen de bu ihbarlar yanlış çıkabiliyordu. Nitekim, Aya Yorgi köyünde eşkıya görüldüğüne dair ihbarın doğru olmadığı, hadisenin köy halkından bazı kişilerin meyhaneden zorla şarap fıçısı almasından ibaret olduğu anlaşılır.95
Bunun yanında düşmanla işbirliği içinde olanların, stratejik yerlerde bulunmasına müsaade edilmez, herhangi bir hadiseye karşı teyakkuzda bulunulur.96
Ruslar Başakşehir Yöresinde
93 Harbi olarak tarihe geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ruslar Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar ilerler. Geçtikleri yerleri yakıp yıkarlar ve burada karargâh kurarlar. Osmanlı Hükümeti, 19 Ocak 1878’de Rusya’dan mütareke ister ve 31 Ocak 1878’de imzalanan Edirne Mütarekesi’yle harp sona erer. Ruslar, mütarekeden sonra, işgal ettikleri yerleri harap ederek İstanbul’u terk ederler. Bilhassa Azadlu Baruthanesi’ni harap, ahaliyi de kaçmaya mecbur ederler. Rusların bölgedeki tahribatına Hıristiyan tebaadan birçok işbirlikçi katılır.
Ruslar bölgeyi terk ederken Ruslarla birlikte hareket eden Hıristiyan ahalinin durumu bir raporda şöyle ifade ediliyor: “ Kazâ-i Erbaʻa mülhakâtından olan Çekmece-i Kebîr ve Sagîr ve Nefs-i Çatalca ve Silivri kazâlarıyla Terkos ve Su Yolu nâhiyelerini Rusyaluların tahliyesi sırasında Rusya askeriyle birlikde hicret eden Hıristiyan ahâlinin mikdârı beş yüz on dört hânede bin beş yüz yirmi altı nüfusdan ibâret olup bunların cümlesi Bulgar milletinden bulunduğu ve içlerinden iki yüz yirmi hâne halkı ashâb-ı arâzîden ve kusûru çiftliklerde ortakçılık eden takımdan bulundukları ve esbâb-ı muhâceretlerine gelince bunlardan
bir takımı arâzi sâhiblerine olan deynlerini vermemek ve yedlerinde emânet bulunan hayvanât vesâireyi aşurmak ve bir takımı dahî komşularının hayvan ve eşyâsını vaktiyle sirkat eyledikleri ve envâʻ-i zulm ve teʻaddîyi irtikâb etdikleri cihetle bunların cezâsından kurtulmak ve iğfâl ve teşvîkâta kapılmak mâddeleri olduğu ve esnâ-yı hicretlerinde her sûretle Rusyalular tarafından mazhar-ı teshîlât edildikleri ve hîn-i hicretde zikr olunan hânelerinden iki yüz altmış sekiz hâne kendileri tarafından tahrîb ve ihrâk edilerek kusûru hâliye durmakda bulunduğu tahkîk olunmuş ve bu kazâlarda hicret etmeyen kusûr Hıristiyan ahâlînin bir derece heyecâna uğradılmış olduğu … teʼmînât-ı mukteziye iʻtâ kılınarak heyecân-ı hâzıraları bi’t-teskîn cümlesi iş ve güçleriyle meşgûl olmağa başlamalarıyla oradan Çorlu’ya azîmet olunmuşdur.”97
Yine bir vesikada, “Geçen Rus mesʼele-i zâilesinde Taşağalı denilen karyede sâkin olup civâr İslâm karyelerine envâʻ-ı denâet ve tahrîbâta cürʼet etmelerinden dolayı karyelerini terk ile …” Ruslarla giden Bulgarların yaptığı zulüm bildiriliyor.98
Bu yüzden, Osmanlı-Rus savaşı sırasında ülkeye ihanet eden Gayrimüslim tebaanın önemli mevkilerde çalıştırılması engellenir.99
Balkan Harbi’nde Başakşehir Bölgesi
Öncelikle Rusya ve Avusturya devletlerinin kışkırtmasıyla çıkan Balkan savaşlarında, Çatalca bölgesine kadar gelen Bulgar kuvvetleri buradaki Ormanlı, Kestanelik, İzzettin gibi köyleri tahrip ederler, buradaki halkın İstanbul’a doğru kaçmasına sebep olurlar. Türk ordusu, Terkos Gölü’nün doğusundan başlayarak Çilingirköy, Bahşayiş, Yassıören, Sazlıbosna gibi köylerden güneye doğru savunma hattı oluşturur.100 Bu bölgede çok iyi tahkim edilmiş tabyalar bulunur.
Başakşehir yöresi Türk ordusunun lojistik desteğinin sağlandığı bir merkez olur. Sirkeci’den trene yüklenen yiyecek, giyecek ve sağlık malzemeleri Ispartakule, Hadımköy, Yassıviran’da bulunan askeri ambarlara taşınır. Cephede yaralanan askerler ve düşman zulmünden kaçan muhacirleri tedavi için Ispartakule Hilal-i Ahmer Hastanesi açılır. İki katlı, pencereli, son sistem 27 adet çadırdan oluşan hastanede, eczane, yemekhane, aşhane çadırları da bulunuyordu. Baştabib Aziz Bey ile birlikte dört doktorla hizmet veren hastane, Balkan savaşının bitimiyle görevini tamamlar.101 Ispartakule istasyonunda Hilal-i Ahmer Cemiyeti heyeti görev yapıyor,102 istasyona gelen ve çevrede bulunan hastalara çay ve çorba veriliyordu.103 Ayrıca, Ispartakule Hilal-i Ahmer Hastanesi ihtiyaç hâlinde diğer hastanelere de destek sağlıyordu. Mesela, Hind Müslümanlarının kurduğu “Ömerli’deki Hind hastahânelerinin masârıfât-ı müteferrikalarına medâr olmak üzere beş aded Osmanlı Lirası’nın iʻtası” için Hilal-i Ahmer merkezinden Ispartakule idare memuru izin alıyordu.104
Balkan savaşları neticesinde memleketleri düşman istilasına uğrayan Müslüman ahali de Osmanlı Devleti’ne sığınıyordu. Muhacirin İdaresi ve Zabtiye Nezareti idaresinde boş topraklara iskan edilen bu muhacirler Başakşehir bölgesine de yerleştiriliyordu.
Başakşehir Bölgesi’nde Muhacirler
1853-1856 Kırım Harbi sonrası bölgeye gelen Kırım muhacirleri, Hazine-i Hassa İdaresi’ne ait başta Sazlıbosna arazisi olmak üzere bölgedeki köy ve çiftliklere yerleştirilir. Kırım muhacirlerinin bölgeye ilk iskânı “Emlâk-ı Hümâyun çiftliklerinde iskânı mukteza-yı irâde-i seniyyeden olan Kırım muhacirlerine çiftlikât-ı merkûme arâzîsinin bâ-tapu tefvîzi…” emriyle 1861’de yapılır.105 Yapağı, Yakuplu ve Şamlar köyü çiftliğine yapılan bu iskânda Şamlar köyüne, Ak Molla kabilesi yerleştirilir. Hayvan ve mahsuller haneler arasında taksim edilir.106 Şamlar’a iskân edilen Ak Molla kabilesine tahsis edilen meralara, zaman zaman çevreden saldırılar olsa da devlet gerekli önlemleri alıyordu.107
93 Harbi sonrasında Sazlıbosna, İzzeddin ve Bahşayiş çiftliklerine iskân olunan Kırım muhacirlerine ihtiyaçları için arazi verilir,108 bir müddet sonra biriken kira gelirlerini ödeyemediklerinden borçlarının affı istenir109 ve Sazlıbosna Çiftliği’ne yerleştirilen muhacirlerin meralarına yapılan müdahaleler devlet tarafından engellenir
6 Temmuz 1911’de Sahra ve Ağır Topçu Endaht Mektebi (Sahra ve Ağır Topçu Atış Okulu) için bölgedeki Karaahmedli, Kiremitli gibi çiftlikler tahsis edilir.111 Buralar, askeriyenin hayvan deposu ve atış sahası olması sebebiyle, buradaki muhacirler komşu çiftliklere iskân edilir.112 Balkan savaşları sonucu buraya, aşırı derecede muhacir yığıldığından, ahali sefalet içinde kalır. Bu yüzden muhacirlerin burada acilen iskân edilmeleri ve başka muhacir sevkinin yapılmaması kararlaştırılır.113
İstanbul’un İşgalinde Başakşehir Bölgesi
Başakşehir yöresinde Osmanlı-Rus savaşlarıyla başlayan yıkım süreci, Balkan ve I. Dünya Harbi’yle devam eder. Rus ve Balkan savaşları sonucu meydana gelen göç dalgasıyla nüfusu artan bölge, 13 Kasım 1918’de İngilizlerin işgali ve Rum çetelerinin tehdidi altında kalır. Boğazları kontrol altında tutmak isteyen İngilizler, bölgede tutunmak için Gayrimüslimleri kışkırtarak ayaklandırmaya çalışır. Bölgede yaşayan Rumlar da, İngilizlerin kışkırtmalarıyla asırlarca birlikte yaşadıkları Müslüman köylerine saldırırlar, komşularının malına ve canına kastederler.
İngiliz kuvvetleri, bölgede yaptıkları devriyelerde halkı tehdit ve sindirme politikası takip ediyorlardı. Nitekim Şamlar köyüne yaptıkları baskında,114 ahaliden Şaban Ağa, Fazlı Onbaşı ve Rüstem Çavuş’un evleriyle, askeri ambarları ararlar, buldukları silahlara el koyarlar.115 Nihayet İtilaf devletlerinin İstanbul’dan çekilmesiyle bu tehditler son bularak halk derin bir nefes alır.
Cumhuriyet Dönemi’nde Başakşehir
Düşman işgalinin 4 Ekim 1923’te sona ermesiyle tarihinde yeni bir sayfa açılan İstanbul, kısa bir süre sonra 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile yeni bir idari sistemle tanışır. Mübadele ile Aya Yorgi (Kayabaşı) köyü başta olmak üzere Rum nüfus, Yunanistan’a gönderilir, Selanik’ten gelen mübadiller buraya yerleştirilir.
Cumhuriyet’in ilanını müteakip bölgenin büyük bölümü uzun yıllar Bakırköy ilçesine bağlı olarak idare edilir. Hoşdere ve Bahçeşehir kısımları ise Çatalca’ya bağlıydı. 1987’de yürürlüğe giren 3392 sayılı kanunla Bakırköy’e bağlı İkitelli, Şamlar, Kayabaşı ve Altınşehir tarafları yeni kurulan Küçükçekmece ilçesine, Hoşdere ve Bahçeşehir kısımları ise Büyükçekmece ilçesine bağlanır.116
1980’li yılların başında İstanbul’un tarihi yarımadasında, Haliç ve Kağıthane taraflarında faaliyet yürüten sanayi kuruluşlarının şehir dışına taşınma düşüncesinde bakir alan olarak İkitelli köyü ve çevresi düşünülür ve kısa zamanda
burada ülkemizin en büyük organize sanayi bölgesi kurulur. Bölge, Organize sanayinin getirdiği nüfus artışı yanında İstanbul’un artan konut ihtiyacını çözmek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı Başakşehir Toplu Konut Projesi ile çok hızlı bir gelişme yaşar. 2000’li yıllar bölgenin toplu konut alanında sıçrama yaptığı dönemler olur.
Nihayet 6/3/2008 tarihinde kabul edilen “Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 19. maddesi hükmünce “Bahçeşehir İlk Kademe Belediyesi’nin tüzel kişiliği kaldırılarak ekli (17) sayılı listede adları yazılı mahalleler ile mahalle kısımları merkez olmak, aynı listede adları yazılı köyler bağlanmak ve aynı adla bir belediye kurulmak üzere İstanbul ilinde Başakşehir” ilçesi kurulur.117 Yine aynı kanunla Başakşehir’e bağlanan mahalle, köy ve parseller belirlenir.118
İçişleri Bakanlığı’nın 2008/3 numaralı “Mülki İdare Amirleri Atama, Değerlendirme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin Eki Cetvelde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ”i ile Başakşehir ilçesi mülki amirliği birinci sınıf olarak tespit edilir.119 Müteakiben de 3 Haziran 2008’de İçişleri Bakanlığı’nın 2008/10086 sayılı atama kararı ile ilçenin kurucu kaymakamı olarak Konya Ereğli kaymakamı olan Cevdet Can atanır.120
Kısa bir süre sonra 29 Mart 2009’da yapılan Yerel Yönetimler seçiminde Mevlüt Uysal seçimi kazanarak, Başakşehir’in kurucu belediye başkanı olur. 28 Eylül 2017’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle Başakşehir Belediye Başkanlığı görevini bırakır121. Başakşehir Belediye Meclisi’nin 4 Ekim 2017 tarihindeki toplantısında Başakşehir Belediye Başkanlığı’na Yasin Kartoğlu seçilir
Başakşehir, modern bir ilçe görünümüyle örnek alınacak şehirlerden biri olma yolunda kısa zamanda büyük mesafeler kateder. Organize Sanayi ve toplu konut projeleri yanında; Sular Vadisi, Şamlar Tabiat Parkı ve Millet Bahçeleri projeleriyle halkının dinlenebileceği alanlar meydana getirerek çevresine örnek olur. Son zamanlarda Başakşehirspor Futbol Kulübü’yle123 de ismini dünya çapında duyurmaya başlar. Sadece ülkemizin değil, dünya sporu açısından Atatürk Olimpiyat Stadyumu ile futbol dışında her türlü spor, sosyal ve kültürel faaliyetlere de ev sahipliği yapar.124 Ayrıca, yeni faaliyete başlayan Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, ülkemizin ve Avrupa’nın en önemli sağlık yatırımlarından biri olarak göz doldurur.
Başakşehir İlçe Belediyesi, toplumun, yeni ürün ve hizmetlerin gerçek katma değerlerini görmesini sağlayan bir deneyim, araştırma ve inovasyon ortamını sunan Başakşehir Living Lab (Başakşehir İnovasyon ve Teknoloji Merkezi)125 projesini hayata geçirir. Ayrıca Başakşehir Millet Bahçesi’nin içerisinde kurulan Başakşehir Millet Kıraathanesi126 ile halkın bilgi ve kültür düzeyinin üst seviyeye ulaşması için büyük gayret sarf eder.
Fatih Sultan Mehmed Han’dan günümüze, tarihi değerleri, tabiat güzellikleri, sosyal ve kültürel imkanları ile bir cazibe merkezi haline gelen Başakşehir, yaptığı atılımlar, yenilikler ve değişimlerle gelecekte de İstanbul ve Avrupa’nın isminden sıkça bahsettiği bir şehir olma yolunda ilerleyeceğini göstermektedir